İşletmelerdeki Finansal Tablolar Genellikle Yetersiz ve Hatalıdır Tek başına finansı bilmek de, ne yazık ki yeterli olmuyor. Dünyada yapılmış hiçbir mali raporlama sistemi yeterince doğru değildir. Devletler raporlama sistemlerini vergi ödemelerini düzenleyecek şekilde yapıyorlar. SPK türü, kanunla kurulu kuruluşların kendilerine has raporlama standartları var. US GAAP, IFS, IFRS, AHMA gibi değişik standartlar var. Bu standartlar, firmanın diğer firmalarla kıyaslanabilmesi için elbette önemlidir. Ancak şunu biliyoruz ki pek çok raporlama sistemi, operasyonel gerçekleri yeterince yansıtmamaktadır.
Ülkemizdeki tek düzen hesap planı ve kayıt kuralları, Vergi Usul Kanunu (VUK) hükümlerine göre tanımlanmıştır ve muhasebeler bu prensibe göre tutulur. Temel amaç devletin vergi kaçaklarını önlemektir. Amaç firma yöneticisine yol göstermek değildir. Diyelim ithalat yapıp iç piyasada satan bir firmasınız. Döviz o dönemde sürekli yükseliyor. Siz olmadığınız kadar kârlı gözükürsünüz, çünkü stoklarınız TL, satış fiyatınız döviz üzerindendir. Aradaki kur makası sizin kârınız olarak görünür. Kanun ve kurallar stoklardaki malın dövizle tutulmasına veya dövize göre yeniden değerlendirilmesine izin vermemektedir.
SPK ve uluslararası genel kabul görmüş muhasebe standartları ise hisse senedi sahiplerini olası hatalara karşı korumayı amaçlar. Bu sayede tablolar şirket içinde değişik dönemlerle dikey olarak veya başka firmalarla da yatay olarak kıyaslanabilir hale gelirler. Buraya kadar yanlış bir şey yok, ancak bu tablolar çok basitlerdir ve firma yöneticilerinin ihtiyaçlarına maalesef cevap veremezler.
Bazı dış kaynak kullanan firmalar bankalara tablolarını daha cazip göstermek için rakamlarla oynamaktalar. Bu firmalar zarar ettikleri veya az kazandıkları halde fazla kâr gösterir ve çift kayıt tutarlar. Dış kaynak kullanmayan firmaların bazıları da daha az vergi ödeyebilmek için personeli düşük ücretli gösterir, satışlarının ve ödemelerinin bir kısmını faturasız yaparlar. Bu gibi sebeplerle, özellikle KOBİ raporlamalarının bir bölümü gerçeği yansıtmamaktadır.
Tüm kayıtların doğru olduğunu düşünsek dahi bilinen standartlarda hazırlanacak
finansal tablolar firmanın operasyon performansını göstermeye yetmez. Her firmanın kendine has maliyet, performans ve yönetim muhasebesi yöntemini geliştirmesi mecburidir.
Aşağıdaki konu biraz teknik, ancak anlaşılmasında yarar var ki önünüze getirilen maliyet rakamlarının doğru olduğunu düşünerek otomatik olarak hareket etmeyin. Sizin işletmenize özel bir maliyet sistemi oluşturun.
Dünyadaki tüm maliyet hesapları yetersizdir; - Bazı harcamalar uzun vadelidir, maliyet hesabında dikkate almazsınız, yatırım diye düşünürsünüz.
- Kırılan, bozulan makine aksamının düzeltilmesi bir maliyet unsuru değildir.
- Amortismana tabi kıymetlerin eskime, aşınma paylarını maliyet olarak göstermezsiniz.
- Stoklara aldığınız ürünlerin fiyatı artar veya düşer, siz alış fiyatıyla maliyetlerde kullanırsınız.
- Sarf malzemeleri vardır, pek çok işletme maliyet içinde göstermez, direkt gidere atar.
- Kredi kullanıyorsunuzdur, malı vadeli satarsınız, faiz ödersiniz, maliyette gözükmez.
- Alacaklarınızın belirli bir yüzdesini tahsil edemezsiniz, batar, maliyette gözükmez.
- Kredi kullanıyorsunuzdur, stoklarınız vardır, stok maliyetinde kredinizin faizi gözükmez.
- İthalat/ihracat yapıyorsunuzdur, kur farklarının maliyet etkisini hesaplamazsınız.
- Stoktaki malınıza zam gelir, yenisini daha pahalıya alacaksınızdır, ama bu maliyetlerinizde gözükmez. Siz eski fiyattan satarsınız.
- % 10 kâr ile ihraç kayıtlı mal satarsınız, % 18 KDVnizi bir türlü tahsil edemezsiniz, % 10 kâr etmiş görünürken % 8 içeridesinizdir.
- Örneğin sarraflar, altın alıp satarlar. Tüm hesaplarını altın üzerinden yapma mecburiyetleri vardır. Yılbaşında 50 kg altınla başladık, yılı 60 kg ile bitirdik, % 20 kâr ettik gibi. Aynı hesap değişik para birimleriyle TL olarak + % 5, Euro olarak -% 30, USD olarak -% 35 de çıkabilir.
- Firmanın genel giderleri (overhead) belirli tekniklerle maliyet içine atılırlar. Genel giderlerinizi toplarsınız, satmayı düşündüğünüz ürün toplamını o ay bütçelenen satış adedine bölersiniz, birim başına bir genel gider çıkar. Eğer yaptığınız satış % 20 düşük gerçekleşirse aynı maliyetiniz birim başına % 20 artmış olur ve siz kâr ediyorum diye düşünürken aslında zarar etmiş olursunuz.
- Bir imalat işletmesinde atıl kapasiteniz var ise, bu kapasiteyi kullanmanın maliyeti diğer maliyete göre çok daha düşüktür. Kullanmamanın maliyeti daha da yüksektir. Diyelim, % 80 kapasite ile çalışıyorsunuz. Malınızın üretim maliyeti 100 TL. Bunun 25 TLsi genel gider payı. Malı 120 TLden satıyorsunuz, yani birim başına 20 TL kazanıyorsunuz. Hesaplarınız % 80 kapasite kullanım oranına göre yapılmış. O ay tüm siparişlerinizi aldınız, %80 kapasiteyi doldurdunuz, birim başına 20 TL kâr edeceksiniz. Kalan % 20 kapasiteyi de doldurmak için kalan malı maliyet fiyatına satın, yani 100 TLden satın. Bu dilimin size maliyeti esasında 100 TL değil, 75 TLdir ve 25 TL daha fazladan kazanırsınız. Maliyet içindeki 25 TLlik genel payı ilk satışlarla zaten yok olmuştur. Başka bir deyişle son ürettiğiniz mallar, fabrika genel giderlerini artırmaz, o giderler zaten yapılmıştır. Daha fazla ürün satmanız genel müdürün maaşını ya da fabrika kirasını artırmaz gibi.
Bu örnekler çoğaltılabilir.
Örneğin Schindler Asansör, BW-2000 adı altında kendine özgü ve dünyada başka firmalarda kullanılmayan bir maliyet ve yönetim muhasebesi sistemi geliştirmiştir. Schindler, gelirlerini ve kârlılığını kestiği faturalara göre değil, tamamladığı işlerin derecesine göre hesaplar. Schindler, BW2000 raporlama sistemiyle pek çok rakamı çaprazlama o derece kontrol altına almıştır ki, neredeyse size hata yapma şansı bırakmaz.
Büyük oteller her gece kayıtlarını kapatır, gelirlerini tespit ederler. Örneğin ayın son günü siz otelde kalıyorsunuzdur ve faturanız daha çıkmamıştır. Otel siz hesabınızı kapatmadığınız halde gün sonu ve ay sonu işlemlerini yapar, sizden alacak gösterir ve hesabını kapar.
Bunun için de her firmanın yaptığı işe özel maliyet sistemleri geliştirmesi gerekir. Firmada her şeyin en ince detayına kadar ölçülebilir ve anlaşılabilir olması lazım, yoksa firmada en fazla piyasa bilgisi olanlarla finans yöneticilerinin size gösterdiği doğrultuda gitmek durumunda kalırsınız ve yanlış önlemler alırsınız.
Tüm bu nedenlerle ayrıca basit bir bakkal hesabı yapmak, her şeye tersten yeniden bakmak, Neyle başladık, elimizde şu an ne var? diye her şeyi test etmek de gerekiyor. WorldCom, Enron ve Arthur Andersenın iflas öykülerini duymuşsunuzdur. WorldCom, 107 milyar USD cirosu ve 63 milyar USD aktif büyüklüğü ile dünyanın en büyük iletişim firmasıydı. WorldCom battığında bir önceki yıl yatırımları olarak gösterilen rakamın % 40ının sahte olduğu, aslında işletme gideri olduğu ortaya çıktı. Dünya tarihinin en büyük iflasıdır.
Enron da Amerikanın 7. büyük şirketiydi. Bir enerji tekeliydi; santrallar işletiyor, elektrik üretiyordu. Büyüklüğü, WorldComun yarısına yakındı. 2001- Mart 2002 dönemini kapsayan beş çeyrekte 3,8 milyar dolarlık zararını muhasebe hileleriyle gizlemişti. Bu iki firma, dünyanın en büyük mali danışmanlık ve denetim şirketi olan Arthur Andersen tarafından denetleniyordu. İki iflas sonucu Arthur Andersen da firmasını kapatmak mecburiyetinde kaldı ve pek çok ülkede en büyük rakibi Ernst & Younga katılarak kendini lağvetti.
Bu firmalar dünyanın en iyi finansçıları, en iyi muhasebecileri, en iyi CFOları ile çalışıyorlar ve dünyanın en iyi denetim firması tarafından denetleniyor, danışmanlık alıyorlardı.
Bu firmaların bile raporları doğru olamıyorsa, emin olun elinizdeki raporlarda da pek çok hatalı, yanıltıcı rakam vardır. Yıllar önce destek verdiğim bir grubun benden ilk istedikleri şey, önceki yıl kazanmış oldukları 3 milyon USDyi nereye harcadıklarını bulmamdı. Yönetim Kurulu Başkanı şu konuşmayı yapmıştı: Biz kârlı bir firmayız, para kazanıyoruz. Geçen yıl 3 milyon USD kazandık. Alt katımızı 1,2 milyon USDye satın aldık, geri kalan para nereye harcandı bilmiyoruz?
Bir dönem sonra onlara şu bilgiyi verdim: Siz geçen sene 3 milyon kazanmamış, 2 milyon kaybetmişsiniz. Kıyamet koptu, kimse inanmadı. ABDde bir danışmanları vardı, onu getirttiler. Türkiyede Arthur Andersenden yardım istediler. Bulduğum sonuç doğruydu. Firma İsviçrede KPMG tarafından denetleniyor ve onların tasdik ettiği raporlara göre gerçekten 3 milyon USD kârlı görünüyordu. Problem şu ki, bu grupta 10 civarı ayrı firma bulunuyordu ve hepsinin ayrı muhasebesi vardı. Bir konsolidasyon sistemi yoktu. Firmaların birbiri arasındaki hesapları (intercompany accounts) tutmuyordu. Tüm firmaların hesapları birleştirildiğinde ortaya var olmayan bir alacak çıktı.
Başka bir problem daha vardı. Bu firmaların gelirleri yurt dışı operasyonlarından geliyordu, ancak kiralar, personel giderleri vs. her türlü operasyon dışı giderler Türkiyedeki ve serbest bölgedeki firmaların üzerinde kalıyordu. Bu firmaların kendi gelirleri giderlerini çıkarıyordur şeklinde bir bakkal hesabıyla kâr-zarar konsolidasyonu da yapılmamıştı. Tüm firmaların hesapları birbirine uyumlu hale getirilip, birleştirilip, aradaki hareketler elimine edilince grubun 2 milyon USD zarar ettiği görüldü.
Diyeceksiniz ki, nakit akışında bu anlaşılmadı mı? Hayır anlaşılmadı. Firmanın kredi limitleri çok yüksekti. Yurt dışından proje kredileri alıyorlardı, hiçbir zaman nakde sıkışmadılar ama borçları sürekli artıyordu. Diyelim 10.000 TL kredi kartı limitiniz var, aylık kazancınız 1.000 TL, siz her ay 2.000 TL harcıyorsunuz ve minimumunu ödüyorsunuz, battığınızı yedi-sekiz ay anlamazsınız.